Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle kadın özgürleşmesi mücadelesini sokağa taşımak üzere burada bulunuyoruz. 1910 yılında Danimarka’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle 1857’deki tekstil fabrikası yangınında çalışma hakları için eylem yaparken ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmesinden bu yana 8 Mart mücadelesi sürüyor. O günden bugüne toplumsal yaşamda kadınlar mücadeleler sonucu pek çok hak elde ederken neoliberal politikalar kadınların çalışma ve sosyal haklarını geriletmekte, tırmandırılmaya uğraşılan dinsel gericilik ve muhafazakarlaştırma ise kadınların yaşamı, bedeni, emeği üzerindeki ataerkil kapitalist baskıyı artırmaktadır. Bir yandan derinleşen ekonomik kriz, en başta ucuz ve esnek iş gücü olarak görülen biz kadınları yoksullaştırmakta ve toplumsal olarak kadınlara görev addedilen bakım yükünü ağırlaştırmaktadır. Yani kadınlar hem uzun saatler iş yerlerinde çalışarak hem de iş sonrası evde mesai yaparak çifte sömürülmekte ve uyumadan geçirdikleri zamanın çoğunu çalışarak geçirmektedirler. İş yerlerinde kadınlara uygulanan ayrımcılık, mobbing ve taciz olayları da güvencesiz ve sendikasız çalıştırılma koşullarında kadınlar ya işsiz kalmayı göze alarak işlerinden istifa etmek ya da yaşamını idame ettirebilmek için işine ihtiyacı olduğundan bu kötü muameleye göz yummak zorunda kalmaktadır. Kadınların çalışma yaşamındaki karşılaştıkları eşitsizlikler bununla da kalmamakta, işten durdurmalarda ilk gözden çıkarılanlar kadınlar olmakta, hukuka aykırı olmasına karşın özel sektörde çalışan pek çok kadın hamile olduğu zaman işlerinden kovulmaktadır. Ülkemizde çalışma izniyle çalıştırılan göçmen kadınların maruz kaldığı ayrımcılık ve sömürüyse daha da ağırdır. Pek çok göçmen emekçi kadın, yoğun olarak ev hizmetleri alanında asgari ücretin bile altında maaşla, görev tanımsız ve mesaisi belli olmayan şekilde çalıştırılmaktadır. Gece kulüplerinde pasaportlarına el konularak gayriinsani şartlarda çalıştırılan kadınlar içinse tam olarak kölelik koşulları söz konusudur. Öte yandan devletin sosyal politikalar alanından çekilerek kadına yönelik şiddeti önleyici ve koruyucu mekanizmalar kurmaması da kadınları şiddete açık hale getirmekte, kadınlar çalışsa dahi ekonomik zorluklardan ve koruyucu mekanizmaların noksanlığından yaşadığı şiddet ortamından kurtulamamaktadır. Kadınların sokakta, iş yerinde, evde, gece kulüplerinde can güvenliğini, beden bütünlüğünü, cinsel dokunulmazlığını korumak, yasal çalışma haklarını kullanmasını sağlamak, yoksul kadınlara insani bir yaşam sürebilmesini sağlayacak sosyal yardımda bulunmak devletin görevidir. Bu yüzden bugün burada bulunan örgütler olarak; bir an önce her bölgeye kadın sığınma evleri ve şiddet önleme merkezlerinin kurulmasını, asgari ücretin ve yoksulluk maaşının artırılmasını, Sosyal Güven(siz)lik Yasası ile kaldırılan kadınların yıpranma payının yasal olarak geri getirilmesini, özel sektörde sendikalaşmanın fiilen sağlanmasını, Sosyal Hizmetler Dairesi’ne daha fazla bütçe ayrılarak personel eksikliğinin giderilmesini, gece kulüplerinin kapatılmasını ve kamusal kreşler açılmasını talep ediyoruz. Taleplerimiz gerçekleşinceye dek örgütlü mücadeleye devam edeceğiz, yaşasın 8 Mart!
Akdoğan Fikir Sanat Atölyesi , Baraka Kültür Merkezi, Bağımsızlık Yolu, BES, GÜÇ-SEN, HAK-SEN, Kadın Eğitimi Kolektifi, KTÖS