Faşizmin Yükselişi ve Kıbrıs’ın Geleceği-Ali Şahin

“Küresel çalkantıların ortasında toplumlar arası görüşmelerdeki çıkmaz ve Kıbrıs Solu” başlığı altında Kıbrıs sorununun yerel, bölgesel ve uluslararası çerçevesinin yeniden değerlendirilmesi üzerine odaklanan, Sol ve Kıbrıs Sorunu organizasyonu ile düzenlenen, 6. Yıllık Konferans’ta, emekçinin partisi Bağımsızlık Yolu adına Ali Şahin’in “Aşırı sağın yükselişi ve Kıbrıs sorununa olumsuz etkileri” konu başlıklı konuşma gerçekleştirdi.

Konuşmasının tamamı:

Faşizmin Yükselişi ve Kıbrıs’ın Geleceği-Ali Şahin

Bölünmüş Kıbrıs’ın her iki yakasında da milliyetçi hareketler uzunca bir süredir yükseliştedir. Bu durum kuzeyde ve güneyde her yönüyle aynı dinamiklere dayanmasa da benzerlikleri de barından süreçlerden geçerek yaşanıyor. Ancak her iki tarafta da kesin bir biçimde aynı olan bir şey var ki, faşizm ve milliyetçilik her geçen gün mevzilerini tahkim ederken sadece kendi örgütlerini güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda tüm siyasal yelpazeyi de sağa kaydırıyorlar. Merkezdeki sağ partiler, güçlenen faşist hareketlerin yarattığı baskıyla daha da sağa kaymakta ve sağın bu iki tarafı arasındaki ayrımlar yer yer pratikte ortadan kalmaktadır. Genel olarak yaşanan bu sağa yöneliş doğal olarak Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüyle ilgili de umutsuz bir ortam yaratıyor. Ancak milliyetçi yükselişin etkileri sadece Kıbrıs sorunuyla sınırlı değildir. Büyüyen faşist hareketler, halkın yaşadığı gündelik sorunlardan Kıbrıs sorunu gibi çok boyutlu meselelere kadar siyasal mücadelenin alanına giren her konuyu sağ ideolojiyle ele alan anlayışı güçlendiriyor. Kısaca, işsizlik de Kıbrıs sorunu da sağ zihniyetin sığlığına sıkışıyor. Dolayısıyla faşizmin Kıbrıs sorununa da olan olumsuz etkisini aslında yaşamın tüm alanlarında da görebiliriz. Bu sebeple çözümünü de tüm alanlarda aramalıyız. Ancak konunun bu boyutunu ayrıntılı ele almadan Kıbrıs’taki faşist hareketlerin etnik gerilimleri nasıl kaşıyıp büyüttüğüne ve buna paralel Kıbrıs sorununu nasıl derinleştirdiğine kısaca bir bakalım. Çünkü maalesef Kıbrıs tarihi, milliyetçiliğin halklara ve onların ortak mücadelesine zarar veren sayısız örnek barındırmaktadır.

Dünden…

Kıbrıs sorunu, kapitalist ilişkilerin adada yaygınlaşmasıyla ortaya çıkmış ve 1950’li yılların ortalarından itibaren içeriğine, kesintili fakat yıllarca da sürecek çatışma dönemlerini de dahil etmiştir.  Aynı adayı paylaştığı karşısındaki “yurttaş”ının kaderini tayin hakkını dikkate almayan Enosis ve Taksim politikaları bu dönemde kitlelerde vücut buldu ve yarattıkları karşıt milliyetçi dalgalar yarası henüz sarılamamış büyük acılar üstünden bizleri bugüne getirdi. Dolayısıyla faşizmin güncel durumunu ve buna paralel Kıbrıs sorununa etkisini ele alırken sadece bugüne değil bugüne dönüşen düne de bakmalıyız.  Kıbrıs’ta milliyetçi siyasetler dönem dönem gerilemiş olsalar da ulusal sorunun aşılamamış olduğu koşulların da etkisiyle politikanın başat belirleyicilerinden olmayı maalesef sürdürebiliyorlar.  Etnik gerilimlerin çatışma ve savaşlara da dönüşerek yükselmesi geçmişte günümüze sağa elverişli bir zemin yaratmıştır. Ancak bu “başarı” sadece sağ öznelere ait değildir. Evet, ulusal sorunların olduğu coğrafyalar milliyetçiler için elverişli koşullar yaratır. Ancak bu koşullar siyasal rakiplerin varlığına göre de değişebilir. Fakat maalesef Kıbrıs’ta sağ, ağırlıkla arkasından sürüklenen bir solla mücadele etmektedir. Belli başlı örnekler durumu anlamak noktasında anahtar niteliğindedir. 1974 öncesinde yıllarca kendi kaderini tayin hakkı diyerek Enosis’in “kuyruğunda maşappa olan” AKEL, hem milliyetçi cepheyi tahkim etmiş hem de Kıbrıslı Türk solunun önder kadrolarının Taksimciler tarafından katledilmesini ve Kıbrıslı Türklerin milliyetçi bir ablukaya hapsedilmesini adeta seyretmekle yetinmiştir. Bu durum aynı zamanda AKEL’in de önemli bir payı olduğu köklü bir maziye sahip ortak sınıf mücadelesi birikiminin büyük oranda geçmişte kalmış bir unsura dönüştürdü. Kıbrıs halkların arasında yaşanan bölünmeyi sadece emperyalizme bağlamak solun görevlerini görmeme halini beraberinde getirdi ve milliyetçilikle mücadele etmek yerine onun arkasından sürüklenmek Kıbrıs içi dinamiklerde de sağın baskın unsur olmasını sağladı. Unutmamak gerekir ki, 1963’ün Aralık ayında yeniden başlayan ve 1974’e gelinmesinde çok büyük pay sahibi olan etnik çatışmalar büyük oranda bahse konu Enosisci ve Taksimci iç dinamiklerin ürünüdür. Bu yanlış kavrayış, Enosis ütopyasının büyük oranda kaybolduğu fakat milliyetçiliğin farklı şekillerde esmeye devam ettiği 1974 sonrası şartlarda dahi devam etmiş ve AKEL’i de Papadapoulos’un arkasında pozisyon almaya kadar getirmiştir. Benzer bir durum Kıbrıslı Türk solu için de bilhassa 1974 sonrası koşullarda geçerlidir. kktc’nin ilanı, dayatılan ekonomik paketler gibi çeşitli kırılma anlarında baskı mekanizmaları üstünden de olsa ağırlıkla sağın dümen suyuna giden Kıbrıslı Türk solu, hem sağa yaklaşmış hem de çözüm konusunda Ankara’nın dayattığı siyasal sınırların ötesine geçememiştir. Hal böyle olunca, Kıbrıs sorununun derinleşmesini engellemekte kritik öneme sahip yıllar cömertçe berhava edildi. Bu berhava etme halinde iki tarafta milliyetçiliklerin de birbirilerinin imdadına sık sık yetiştiğini belirtmek gerek.  

Bugüne…

Bugün yükselen milliyetçi hareketlerin geçmişle tarihsel bir bağa sahip olsalar da günün şartlarında oluşan yeni dinamiklerin üzerinden yükseldiklerini söyleyebiliriz. Neo-faşist bir parti olan ELAM, 2008 yılından beri adanın güneyinde istikrarlı bir şekilde büyüyor. 2011 yılında partileşmesinin ardından girdiği her seçimden oylarını arttırarak çıktı. Sadece “Türk nefreti” üzerinden değil yabancı düşmanlığı üzerinden de siyaset üreten parti kendi büyümesiyle beraber zaten oldukça geniş olan milliyetçi cepheyi daha da sağa çekti. Dolayısıyla ekonomik sorunlardan demokrasi meselelerine kadar siyasal zemin sağın argümanlarıyla şekillenir oldu. ELAM’ın ilk büyüme adımlarını umursamaz bir boşvermişlikle izleyen solcular bugün haklı fakat bu büyümedeki kendi paylarını yok sayan bir anlayışla faşizm tehlikesinin altını çizmektedirler. Ancak büyüyen sadece ELAM değil, DISI, DIKO, EDEK, Yeşiller vb. partileri de kapsayan bir milliyetçi cephedir ve bu cephe Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesiyle ilgili de önemli bir engeldir. Benzer bir süreç salt ELAM gibi bir parti üzerinden cisimleşemese de adanın kuzeyinde de yaşanmaktadır. Sağın geleneksel partisi olan UBP, DP ve Türkiye kökenli Kıbrıslı Türkleri örgütlemek üstünden büyüyen YDP ile beraber sağ cepheyi 2018 yılından beri genişletmektedir. Türkiye merkezli koşulsuz bir AKP-MHP desteği ile de oluşan bu cephe, Kıbrıslı Türkleri her anlamda tahakküm altına almaktadır ve 2 ayrı devlet siyaseti bu cephenin rüzgarıyla yükselmiştir.  Ancak ayrılıkçılığın ve gericiliğin vücut bulmuş hali olan blok tıpkı ELAM örneğinde olduğu gibi bir günde büyümedi. Özellikle AKP’nin dayatmalarıyla yerleşmeye başlayan siyasal İslam’ın rahatlığı görüp de görmezden gelen CTP’nin kayıtsızlığı sayesinde de oluştu. Üstelik CTP ve ardına düşenler bu yanlışı AKP’nin Kıbrıs’ta çözümü desteklediği gerekçesiyle yıllarca savundu. Kısacası geçmişten günümüze adanın iki tarafında da sol siyasetten uzaklaşan bir “sol”un oluştuğunu ve bu “sol”un da Kıbrıs sorunuyla beraber tüm siyaseti sağın parametrelerine sıkıştıran anlayışa boyun eğdiğini söyleyebiliriz. 

Ve Yarına! 

Buraya kadar yazıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Kıbrıs sorunu çeşitli milliyetçiliklerin yarattığı bir bilinmezlik içinde devam ediyor. Öte yandan bu faşist ve milliyetçi hareketlerin yükselişini dünyada sağ yükselişten bağımsız okumamak gerek.  Ada dışı dinamikler sadece kendi çıkarlarına uygun bir Kıbrıs ile ilgilenirken ada içi dinamiklerin önemli bir bölümü de bahsettiğimiz milliyetçi çevrelerden oluşmaktadır. Ve bu durum bölünmenin kalıcı hale gelmesi tehlikesini hiç olmadığı kadar kritik bir noktaya getirdi. Bu kötü gidişat karşısında sosyalistlerin genel yönelimin aksine bir gözlemcinin ötesinde geçmesi, yani siyasal bir alternatif yaratması gerekiyor. O zaman da Çernişevski’nin hiç eskimeyen sorusunu sormak gerek. “Nasıl yapmalı?” Kıbrıs sorunu geçmişten beri çok aktörlü bir biçim almış olsa da çözümü konusunda en önemli ve olmazsa olmaz özneler Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halkları yani iç dinamiklerdir. Dış dinamikler zaten iç dinamiklerin yarattığı imkanlar sayesinde soruna dahil olabilmiş ve buldukları imkanlar dahilinde rollerini arttırmışlardır. Öyleyse bir diğer soru barıştan ve halkların kardeşliğinden yana olan iç dinamiklerin “kendi rollerini nasıl üstlenebilecekleridir?” Bu sorunun cevabı milliyetçiliklerin karşısına sınıf mücadelesi çıkmaktadır. İki halkın içinden ayrı ayrı da olsa yükselecek olan sınıf mücadeleleri hem solu, hem de bu sayede barış mücadelesini de güçlendirecektir. Milliyetçi ve faşist yükselişi durdurabilecek yegane güç iki halkı yakınlaştıracak sınıf mücadelesidir. ELAM ve YDP gibi güçlerin karşısına soyut bir barışseverlikle değil ancak ve ancak sınıf içerisinde örgütlenmiş somut bir güçle çıkabiliriz. Her ne kadar 50. yılını geride bırakan bölünme ve buna paralel oluşan iki halkın koşulları arasındaki farklılıklar bu mücadelelerin fiziki olarak ortaklaşmasını zorlaştırsa da şunu kabul etmeliyiz ki mevcut gidişat var olan ayrılığı zaten kökleştirmektedir. Dolayısıyla realitenin yarattığı zorluğun bir bahaneye dönüşmesine izin vermek değil imkansızın peşinden gerçekçi bir şekilde gitmeye devam etmeliyiz. Bugün hem sağın yükseldiği zemini sola yöneltecek hem de dış dinamikleri farklı hamlelere zorlayacak yegane imkan sınıf mücadelesinin yaratacağı potansiyeldedir. Yarına dair bugünkünden farklı bir Kıbrıs umudu yalnız bu potansiyelde saklıdır.