Ali Şahin
Şu sıralar soğumaya bırakılmış gibi dursa da, dönem dönem yeniden alevlenen ve Kıbrıs sorununda merkezi bir yerde duran halk-halklar tartışması, Kıbrıs’ta genel olarak solun hedefi olan barış mücadelesi açısından hayati önemdedir. Barışması ve kardeşleşmesi hedeflenen öznelerin tanımlanarak kimler olduğu noktası netleştirilmeden ilgili tarafların nasıl barışacakları sorusu muhakkak ki doğru bir şekilde cevaplanmaz.
Halk-halklar tartışmasıyla ilgili olarak geçmişten günümüze gerek Kıbrıslı Türk gerekse de Kıbrıslı Elen solu içinden farklı farklı yapılarca çeşitli yanıtlar üretilmiştir. Konumuz gereği üstünde duracağımız ve Kıbrıslı Elen solunun geleneksel ve neredeyse “tekelleşmiş” partisi olan AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) de bu tartışmanın üzerinde her zaman önemle durmuş ve belirlediği politikasını da yıllardır değiştirmemiştir. Kısaca özetlemek gerekirse, AKEL’e göre Kıbrıs’ta iki farklı toplum olsa da tek halk vardır ve bu halk da Kıbrıs halkıdır. AKEL de, var olduğunu iddia ettiği Kıbrıs halkının çıkarlarını savunma ve onu bu amaçla örgütleme hedefinde olan bir partidir. Partinin, barış, halkların kardeşliği ve yeniden birleşmeyi savunan kesimlerce de kulağa hoş duyulan “Tek Vatan, Tek Halk” sloganı da bu anlayışın bir ürünüdür.
Peki, ama AKEL, hiç bir zaman tartışmaya da dahi açmadığı tek halk politika sını siyasal anlamda gerçekten savunmuş mudur? İşte bu makale, AKEL’in savunduğu tek halk, yani Kıbrıs halkı politikasını ve bu politikasına rağmen ortaya koyduğu siyasal pratiğini tarihsel olarak ele alıp tartışma niyetindedir. En baştan şunu da söylemeliyim ki makale, AKEL’in tek halk politikasının doğruluğu veya yanlışlığından çok, partinin bu politikasındaki pratik tutarlılığını ve bu tutarlılığının siyasal etkilerine odaklanacaktır.1 Çünkü makale içinde de ayrıntılı bir şekilde tartışacağımız gibi AKEL, Kıbrıslı Elen siyasal yaşamı içindeki konumuna ve inkâr edilemez etkisine paralel olarak da Kıbrıslı Türk soluyla Kıbrıslı Elen solu arasındaki ilişkileri genel olarak biçimlendirmekte, buna bağlı olarak da kanımca sağlıksız ya da en masum bir ifadeyle, iki halkın kardeşleşmesi açısından faydasız olarak nitelendirebileceğimiz bir ilişki biçimi yaratmaktadır.
Bilindiği üzere Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Elenlerin düşmanlaştırılmasına her zaman karşı çıkan bir parti olan AKEL’in, Kıbrıslı Türklerle olan “yakınlığına” rağmen oluşan sorunlu ilişkisi, genellikle partinin geçmişte uzun yıllar savunduğu Enosis politikası üzerinden ele alınır. Bu politikayla ilgili olarak da partinin, bilhassa 1955-74 yılları arasında pratiği ve bu döneme ek olarak, 1955-74 arası dönem kadar olmasa da Yunan İç Savaşı (1945-1949) sırasında takındığı tutum da Enosis ve Kıbrıslı Türklerle olan ilişkiler tartışmalarında ele alınır. Ancak AKEL’in, tüm yakınlığına rağmen Kıbrıslı Türklerle olan sorunlu ilişkisinin sebebi sadece Enosis politikası nı savunması değildir. Politik geçmişinde yıllarca Enosis’i savunmuş olması sorunun kaynağı ve belirleyici faktörü olarak dursa da, AKEL’in Kıbrıslı Türklerle olan sorunlu ilişkisi, partinin, tüm dostça söylemlerine rağmen Kıbrıslı Türklerin siyasal talep ve kaygılarını Kıbrıslı Elenlerinki kadar merkezi bir yere koymamış, yani eşit bir siyasal zeminde ele almamasından kaynaklıdır. Siyasal söylemini Kıbrıs halkı, yani tek halk üzerinden oluşturan bir örgüt için bu başlı başına bir çelişkidir. Konu daha çok Enosis üzerinden ele alındığı için geçmişe dair bir olgu gibi görünse de, AKEL’in bu çelişkisi Enosis politikasının Kıbrıslı Elen siyasal yaşamında gündem dışı kaldığı 1974 sonrasında da farklı biçimlerde sürmektedir. Çünkü sorun AKEL’in Kıbrıslı Türkleri sadece düşman görmeme ya da Kıbrıslı Ermeniler ve Maronitler gibi yurttaş kabul etmesi konusu değil, Kıbrıslı Elenler gibi eşit bir siyasal özne görmeme konusudur. Dolayısıyla AKEL’in Kıbrıslı Türkleri eşit bir siyasal özne olarak görmeme tavrı sadece Enosis tartışmasıyla ilgili değildir. Öte yandan, Kıbrıslı Türk siyasetinde konuyla ilgili genel kanının aksine, AKEL’in Enosis konusundaki duruşu ne EOKA’nın silahlı mücadeleyle yarattığı milliyetçi cendereye kapılmasıyla ne de Yunan İç Savaşı sırasında ELAS2 partizanlarının birleşilmek istenen Yunanistan’ı sosyalist yapacağı inancıyla başlamıştır. Başlangıç noktası AKEL öncesindedir. Çünkü AKEL, “Enosis Tumba, Bağımsız Kıbrıs Çok Yaşa” anlayışını savunan Kıbrıs Komünist Partisi’ndeki (KKP) dönüşümün, yani bir başka değişle solun dümeni sağa kırmasının ürünüdür.
Kıbrıslılar Elenleşiyor, Kendi
Kaderini Tayin Hakkı Enosis Oluyor!
KKP, Kıbrıs’ın kaderiyle ilgili olarak yukarıdaki slogandan da anlaşılacağı gibi bağımsızlık fikrini savunuyordu. 18 Eylül 1926 tarihli parti yayını Neos Anthropos’da (Yeni İnsan) “Kıbrıs halkının mücadelesinin Enosis sloganına dayandırılamayacağının, çünkü Rumlarla Türklerin iş birliği ni engellediği ve mücadelenin temelinin doğrudan ekonomik taleplerin karşılanması yanında, özyönetim ve kendi kaderini tayin hakkının noktası noktasına uygulanacak şekilde Kıbrıs’ın bağımsızlığının kazanılması” olacağının altı çizilmekteydi.3 KKP Enosis’e karşı o kadar net bir politika savunuyordu ki, Sömürge Valisi Sir Ronald Storrs 4 Haziran 1931’de şunları yazdı: “Komünist partisinin ilk eylemi 25 Mart’ta Yunan Ulusal gününe karşı gösteri yapmak oldu. Bu parti Limasol’da Yunan bayrağını indirerek yerine Bolşevik bayrağı çektiler, burada ve Lefkoşa’da Enosisçi toplantıları dağıtmaya çalıştılar…”4
Şaşırtıcı bir şekilde KKP’in Enosis karşıtı mücadelesini ilk eleştiren yapı Komünist Enternasyonal yani Komintern idi. 1931 yılının Ekim ayında Enosis talebiyle yaşanan ayaklanmayı emperyalizm karşıtı ulusal bir hareket olarak niteleyen Komintern, KKP’nin ayaklanma karşısındaki etki siz ve mesafeli duruşunu eleştirmişti.5 Aslında KKP’nin mesafeli duruşu politik bir tercihten ziyade partinin sınırlı gücünün yarattığı tereddütlü bir gecikme haliydi. Çünkü ayaklanma kitleselleştikçe sürece kayıtsız kalamayan KKP liderliği İngiliz sömürgeciliğine karşı kiliseye iş birliği teklifinde bulunmuş fakat gerek etnarşi ve KKP arasındaki siyasal uyuşmazlık, gerekse de KKP’nin sürece dâhil olmadaki geç kalmışlığı, partiyi ayaklanmada rol oynayanlar arasında sönük bir özne yaptı.6 Ancak bu pozisyonuna rağmen KKP ayaklanmanın bastırılmasının ardından yasaklandı, liderleri ve üyeleri hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı. 10 yıllık bir illegal çalışmanın ardından KKP’nin yasal bir açılım projesi olarak Nisan 1941’de ortaya çıkan AKEL, 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Büyük Britanya’nın destek bulmak amacıyla sömürgelerdeki sınırlamalarını görece gevşetmesinden faydalanılarak kuruldu. Hem Yunanistan’ın İtalya tarafından işgal edilmesi, hem de Nazilerin Sovyetlere saldırması sonucu harekete geçen AKEL, Yunanistan’ın işgal edilmesinin Kıbrıslı Elenlerde sebep olduğu faşizm karşıtı öfkeyi “anavatancı” bir retorikle de birleştirerek kısa sürede Kıbrıs’taki en güçlü siyasal yapı oldu. Bu güçlenişte partinin ortaya koyduğu emek mücadelesinin de şüphesiz payı vardı fakat savaş bitince İngilizlerin sömürgelerden çıkacağı söylemleriyle şekillenen dönem atmosferi düşünülünce, Enosis mücadelesi AKEL’in büyümesinde merkezi bir role kavuştu. O kadar ki, yeniden milliyetçilere ve kiliseye kaptıracağı döneme kadar tarihinde ilk kez Enosis siyasetinin öncü sü olacaktı. Örneğin partinin o dönemki Genel Sekreteri olan Plutis Servas, 1943 yılında ulusal soruna dair şu tespitlerde bulundu: “… Nitekim biz bir ‘Kıbrı Ulusu’ muyuz? Böyle bir şey mümkün olabilir mi?… Kendi Kıbrıs dilimize sahibiz ancak bu sadece bir Kıbrıs ağzıdır ve herkes Yunanca konuştuğumuzu bilir… Biz Kıbrıslılar Yunanlarla ortak bir dini paylaşmaktayız… aynı zamanda aynı tarihi gelenekleri de paylaşmaktayız… Kıbrıs’ta Elen’den başka uygarlık yoktur… ve Kıbrıs’ın ulusal anlamda yenide doğuşunun Yunanistan’la birlik anlamına geldiğine şüphe yoktur. ”7 Görüldüğü gibi AKEL, siyasal varlığını KKP ile beraber sürdürdüğü yıllarda dahi8 Enosis politikasını savunmaya başlamış ve kilise içindeki ayrışmalarda dâhil olmak üzere Kıbrıslı Elenler arasındaki siyasal saflaşmada bu mücadelenin kısa sürede öncüsü durumuna gelmiştir. AKEL’in kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1941 yılı sonunda Enosis’i savunmaya başladığı ve bahse konu tarihlerde, o çok dillendirilen gerekçeyle Yunanistan’ı sosyalist yapacak iç savaşın bile tam olarak başlamadığı düşünülürse mevzunun Servas’ın da ifade ettiği gibi sosyalizm ile ilgili olmadığı rahatça görülebilir. Mevzu açık bir şekilde AKEL’in (bir anlamıyla Kıbrıslı Elen solunun) ulusal sorunla ilgili benimsediği geçmişten farklı duruştur ve bu duruş doğal olarak Kıbrıslı Türklerle olan ilişkilerde bir gerilim konusu olmaya başlamıştır. Ulusal sorun üzerinden başlayan bu gerilim sendikal mücadelede de karşılık bulmuş ve Kıbrıslı Elenlerden ayrı bir örgütlenme kurmaya zaten hevesli olan Kıbrıslı Türk sağına 1940’lı yıllarda bu imkanı sağlamıştır. İki halkın ortak işçi mücadeleleri arasında efsanevi bir yeri olan 1948 Madenci Grevi döneminde bile bu gerilimin örneklerine rastlanabilir. 1948’deki kısa süreli otonom politikasının hemen ardından Enosis’e geri dönen AKEL’in Kıbrıslı Türklerle olan ihtilaflı ilişkisi kronik bir hal alır. Kıbrıslı Türklerle olan ihtilafının sebeplerini sürekli olarak Sömürge Yönetimi, Kıbrıslı Türk sağı gibi kendi dışı öznelerde arayan parti, süreci doğru okumamakta ısrarını sürdürür ve 1950 yılında Enosis Plebisiti öncesinde Merkez Komitesi olarak Kıbrıslı Türklere yönelik şu mesajı yayınlar: “… Kıbrıslı Elenler, Britanya boyunduruğunu sarsmak ve özgürce yaşamak amacıyla barışçıl bir referandum gerçekleştirmeye karar vermiştir… Biz Elenler, azınlıkların, özellikle de Türk azınlığın ulusal haklarına ve çıkarlarına saygı duymayı kabul ediyoruz. Sizlerin ulusal haklarını uzun vadede savunacak olan Elen hemşerilerinizin taleplerine saygı duymak da siz Türklerin bir görevidir.”9 AKEL’e göre siyasal taleplerde bulunabilecek Kıbrıslılar sadece Kıbrıslı Elenlerdi ve self determinasyon da sadece Enosis demekti. Kıbrıslı Türkleri adanın geleceğiyle ilgili talepte bulunamayacak bir azınlık olarak gören bu çarpık anlayışla Kıbrıslı Elen solunda AKEL öncesinde başlayan dönüşüm, EOKA öncesi dönemde AKEL ile böyle kemikleşti. AKEL’in 1941- 1950 dönemi üzerinde bu kadar ayrıntılı bir şekilde durmamız, partinin EOKA öncesindeki duruşuna ayrıca dikkat çekmek içindir. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler arasında sendikal mücadelelerde yakalanan birliktelikler AKEL’in somutta karşılığını bulamayan “saygı ve sevgi” retoriğiyle ortak bir solun oluşmasında “soldan” kaynaklı bir engele dönüştü. Bu engel 1950’li yıllarda, yani EOKA ipleri iyice eline aldığında daha da büyüyecekti.
Karşıt Faşizmler Karşısında Akel
ve Kıbrıslı Türkler
Yunanistan Komünist Partisi’nden (KKE) üç Marksist, 1954 yılında yazdıkları bir makalede durumu şu şekilde izah etmişlerdi: “AKEL, Türk azınlığı siyasi ve örgütsel saflarına katmayı beceremezse, Kıbrıs halkının öncü mücadele partisi olamayacaktır. Türk işçiler, Rumlara ve AKEL’cilere karşı şüpheyle bakmaktadırlar çünkü, Büyük-Yunanistan şovenizmine güvenmemektedirler. Ve öncü partinin, Türk azınlığa karşı ilgisizliği ve küçümseyici tavrı, bu şovenizmin ifadesinden başka bir şey değildir.” Yunanlı üç komünistin görüşlerine AKEL Merkez Komitesi teorik yayın organında yer veren AKEL üyesi Pavlaki Yeorgiu, şöyle yazar: “Partimiz, Türklere, sadece Rumların partisi olduğu, dolayısıyla maçları ve mücadelelerinin de sadece Kıbrıslı Rumları ilgilendirdiği izlenimini vermektedir.”10 Hala sorulu bir şekilde azınlık tanımı yapmasına rağmen AKEL’in Kıbrıslı Türklerle olan ilişkisini açıklamada bu tespitler son derece açıklayıcıdır. EOKA öncesinde yukarıda değindiğimiz şekilde zaten Enosis politikası güden ve Kıbrıslı Türkleri bu politikaya en hafif tabiriyle engel olmamaya çağıran AKEL, sağın Enosis konusundaki liderliği ele geçirmesine rağmen duruşunu değiştirmedi. Değiştirmek bir yana anti-komünist Grivas önderliğindeki EOKA’ya yöntemsel eleştiriler getirse de Enosis mücadelesinin parçası olmak için elinden geleni yapıyordu. Bu durum AKEL’cilerin EOKA’cılar tarafından katledildiği süreçte bile devam etti. Kıbrıslı Elen siyasetinin sağının soluna yönelimi bu olunca, Türk milliyetçiliğinin ve somut ifadesiyle TMT’nin Kıbrıslı Türkler arasında gerek gönüllü gerekse de zorla egemen olması çok da zor olmadı. AKEL Kıbrıslı Türkleri düşman görmeyi kesinlikle reddetse de bu politikanın pratik ihtiyaçlarını karşılamaması ya da karşılayamaması Kıbrıslı Türklerle olan ilişkilerin daha da daralmasına sebep oldu. Bu durumun en acı sonuçlarını da Kıbrıslı Türk solcular yaşadı. Taksim politikasına en baştan karşı çıkan Kıbrıslı Türk AKEL’ciler 1957 yılında AKEL Türk Kolu imzasıyla Nihat Erim’e gönderdikleri mektupta; “ son zamanlarda parlamentoda İngiliz Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olamayacağı gibi kabili tatbik de değildir”11 ifadelerini kullanmıştır. Partileri Enosis konusunda net bir karşı duruş sergilemezken Taksim’e karşı açıktan bir karşı duruş sergileyen Kıbrıslı Türk solcular TMT’ci faşistler karşısında savunmasız kaldı ve çok sayıda Kıbrıslı Türk solcu TMT tarafından katledildi ya da adayı terk etmek zorunda kaldı. Bu durum Kıbrıslı Türklerle sınırlı ilişkisi olan AKEL’in Kıbrıslı Türk üye ve sempatizan sayısını daha da azalttı.12 Ancak azalan sadece AKEL üyesi Kıbrıslı Türklerin sayısı değil, Kıbrıslı Türkler arasında adada barışı ve kardeşliği savunan sol bir siyasetin güçlenme ihtimaliydi de aynı zamanda. Bu kanlı gidişat 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla kısmen durulsa da toplumlara arası çatışmaların ve Enosis ile Taksim politikalarının yeniden su üstüne çıkmasıyla kaldığı yerden yeniden devam etti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin imkanlarını kullanan Kıbrıslı Elen sağı yeniden Enosis peşine düşünce, AKEL de “eski” ülküsüne yeniden destek verdi. Makarios’un Cumhuriyet Anayasasını değiştirmek yönünde söylemleri dillendirmeye başlamasıyla, “anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi ve halkımızın milli arzularının yerine getirilmesi uğruna verilen mücadelede bizden istenen her şeyi vermeye hazırız” ifadesi AKEL yayın organı Neos Dimokratis’in Ağustos 1962 tarihli 10. sayısında yer buldu.13 O dönemlerde Türkiye İşçi Parti üyesi olan Sadun Aren, TİP Olayı 1961-1971 isimli kitabında AKEL Genel Sekreteri Ezekias Papaioannou’nun kendisine “hiçbir Türk’ün Enosis’i savunmaya cesaret edemeyeceği gibi hiçbir Yunanlı da Enosis’i reddetmeye cesaret edemez” şeklinde konuştuğunu yazar.14 AKEL’in daha önce yaşanmış türlü acılara rağmen Kıbrıslı Türkleri fiili anlam da dikkate almayan ve Makarios’un çeşitli fakat değişmez bir biçimde milliyetçi olan politikalarının peşine takılan bu ikircikli tutumu 1974 yılına kadar sürecekti. Partinin Merkez Komitesi 1966 yılında, Yunanistan’la birleşme noktasında idari yada toprak tavizleri vermeksizin ısrarlı olduklarını ilan ediyordu. AKEL, bağımsızlığın tamamlanması gibi bir sol görünümlü bir söylemle kendi kaderini tayin hakkının Enosis ile sonuçlanmasını savundu durdu. Kıbrıs hakkındaki kendi kaderini tayin hakkını, çoğunluk olduğu için sadece Kıbrıslı Elenlerde gören AKEL’in tek halk tezi bu anlamıyla kilit bir işleve sahipti. Durum, Kıbrıslı Türklerin taleplerini görmeme noktasında o kadar sıkıntılıydı ki, partinin tek merkez komite üyesi Derviş Ali Kavazoğlu Kıbrıslı Türk halkıyla temas kurmak için partiden bağımsız girişimlerde bulunmak zorunda kalmış ve bunun sonucunda da TMT tarafından yoldaşı Kostas Mişaulis ile beraber katledilmiştir.15 AKEL, adanın ikiye bölündüğü ve iki halkın fiili olarak birbirinden ayrı yaşamaya zorlandığı 1974 sonrasında, Kıbrıslı Türklere geçmişten farklı fakat özü itibariyle benzer bir politik anlayışla yaklaşmaya devam etti. Artık gündem Enosis değildi ama hala eşit siyasal özne sayılan Kıbrıslı Türk halkı da değildi.
1974 Sonrasında Akel
1940’lı yıllardan 1974’e kadar biçimsel değişikliklerle de olsa “tek halk vardır, AKEL de bu halkın partisidir” diyerek sadece Kıbrıslı Elenlere yönelik politikalar benimseyen ve Kıbrıslı Türkleri tercihen gözden çıkaran parti, 1974 sonrasında aynı söylemle Kıbrıslı Türkleri kazanma çabasına girişti. Ancak 1974’e kadarki pratik açık bir şekilde göstermiştir ki AKEL’in tek halkı Kıbrıslı Türklerin azınlık sayıldığı Kıbrıslı Elenlere dayanmaktadır. Siyasal amacı artık Enosis olmasa da, partinin 1974 sonrasında da Kıbrıslı Türklere yaklaşım bu anlayışla oldu. Kıbrıslı Türklerin Türkiye tarafından her anlamıyla baskı altında tutulduğu koşularda “ortak kimliğimiz Kıbrıslılık ve ortak ülkemiz Kıbrıs Cumhuriyeti” gibi bir mantıkla parlatılan bu anlayışın Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elenleri işgal karşısında birleştireceği beklendi ve halen beklenmeye devam ediyor. Kıbrıslı Türklerin ayrı bir halk ve ayrı bir kendi kaderini tayin hakkı olduğunu “bölünmeyi ve ayrılığı kalıcılaştırır” gerekçesiyle reddeden AKEL, tek halk tezine barışçı da bir dayanak bulduğunu düşünüyor. Kıbrıs sorununu büyük oranda 1974 ile başlatan, Kıbrıslı Türklerin Ankara’ya ve genel olarak Kıbrıs’taki mevcut duruma ilişkin itirazlarını ve Kıbrıs sorunuyla ilgili beklentilerini anlayamadan kendi çizgisinde eritmeyi uman AKEL, Kıbrıslı Türklerle 1974’ten günümüze kadar bu anlayışla ilişki kurmaya çalışıyor. Kıbrıslı Türk halkı tespitini çarpık bir şekilde illaki ayrılığa varır anlayışıyla yorumlayan parti, geçişten günümüze kadar sürekli bu anlayışı kabul eden bir Kıbrıslı Türk solu peşinde olmuştur. SBKP takipçisi olmanın da etkisiyle yıllarca CTP, sonra BKP ve şimdilerde ise BKP’den Sol Hareket’e, küskün CTP’lilerle YKP’ye kadar genişleyen bir ilişki ağıyla bu anlayışı sürdürmektedir. Bu mantıkla kurulan ilişkiler eşitler arası bir diyalogdan çok bir tabi olma siyasetini doğurmaktadır. Zaten bunun sonucu olarak da AKEL’in Kıbrıslı Türk soluyla kurduğu ilişkiler, apolitik bir kültürel düzeyle sınırlıdır. Kıbrıs kültürü üzerinden kurgulanan gezilere ve yemeklere dayanan bu apolitik yaklaşım, 2003 yılından beri barikatlar açık olmasına rağmen iki halk arasında somut bir iş birliği nin oluşamamasında da önemli bir rol oynuyor. Süreçler politik olmayı dayattığında ise AKEL’in kendi kırmızı çizgilerini dayattığını görüyoruz. Gerek Annan Planı referandumunda gerekse de yakın bir tarihte gerçekleşen AP Parlamento seçimlerinde AKEL kendi çizgisiyle Kıbrıslı Türklere seslenmiştir ve bu çerçevede yakınlaşma lütfunda bulunmuştur. Kıbrıslı Türklerle doğru bir diyalog kurmayan, bu yüzden de politik durumu doğru kavrayamayan fakat ısrarla “Kıbrıslı halkı” iddiasında olan parti, Annan Planı’ya ilgili aldığı kararla Kıbrıslı Türkleri yine siyasetinin dışında tutmuştur. Doğru ve yanlışından bağımsız olarak bu duruş, Kıbrıslı Elen halkı içinde örgütlü bir parti için son derece doğaldır ve gerçeklikle uyumludur. Fakat tek bir Kıbrıs halkı iddiasıyla tamamen çelişmektedir. O dönem partinin lideri olan Hristofias, ilginç bir şekilde hem Kıbrıslı Türklerin toplum olarak kaybolma tehlikesi hakkındaki endişelerini anladığını hem de partinin aldığı kararın doğru olduğunu savunur.16 Plan’ın politik olarak ne kadar savunulup savunulamaz olduğundan bağımsız bir şekilde, bu sözlerin Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Elenlerin tek bir halkın özneleri olmadığının itirafı olarak okunabileceği açıktır. İnanmadığı bir şeye inanıyormuş gibi yapan bir siyaset kendini her kırılma anında belli etmiştir. Sağcı bir anti-emperyalizm yorumu ile Makarios çizgisindeki milliyetçilerle yakınlaşan AKEL, Kıbrıslı Elenlerle sınırlı bir Kıbrıs milliyetçiliği ve Kıbrıs Cumhuriyeti mutlakçılığıyla günün sonunda Papadopoulos ile aynı noktada buluştu. Henüz barikatlar açılmamışken, “Papadopoulos değişti” iddiasıyla savunulan bu tavır aslında AKEL’in 1974 sonrası koşullarda bile sağa yönelişini sürdürdüğünün bir göstergesiydi. Hristofias Papadopoulos’un değiştiğini söylerken Papadopoulos değişenin kendisi olmadığını açık açık dillendiriyordu. 17
Yurdumuzun Birleşmesi ve
İki Halkın Kardeşleşmesi İçin
AKEL hakkında bu kadar olumsuzluğa değinmiş olsak da, şunu açıkça itiraf etmeliyiz ki mevcut koşullarda AKEL kitlesi iki halkın yeniden kardeşleşmesi açısından Kıbrıslı Elenler arasındaki en önemli kesim Makalenin çeşitli yerlerinde değindiğimiz gibi AKEL, Kıbrıslı Türklerle yönelik düşmanca politikalara fikren her zaman karşı çıkmış, kitlesine de bu bilinci taşımıştır. Ancak parti liderliğinin özellikle de kırılma anlarında aldığı kararlar pratik olarak bu anlayışa hizmet etmemiştir. Bu durum tarihsel olarak böyledir. Pratikte Kıbrıslı Türk halkını dışlayan bir Kıbrıs halkı ısrarı ve 1974 sonrası koşullarda ise sözde “Kıbrıslıcı” bir anlayışla yapılan devlet şovenizmi, AKEL’in Kıbrıslı Elen solu içinde kapladığı yer de düşünülünce iki halkın yakınlaşmasına yönelik somut adımların atılmasına engel oluyor. Yurdumuzun yeniden birleşmesi ve iki halkın kardeşleşmesi için gerekli olan politika; adada siyasal olarak iki halkın var olmak gerçekliğini kabul etmekten geçer. Varlığımızı “iyi niyetlerle” de olsa inkâr etmek birleşmeye değil ayrılığın devam hizmet eder ve hali hazırda ediyor. İki taraftaki ayrılıkçı güçlerin bölünmüşlüğün devam etmesi üzerinden güç biriktirdiği koşullarda ihtiyacımız, gerek mevcut durumda AKEL ve sınırlı gücü olsa da AKEL dışı sol öznelerin, gerekse de gelecekteki potansiyel yeni sol öznelerin Kıbrıslı Türk halkını siyasal bir özne olarak kabul etmesi ve buna göre bir ilişkiye yönelmesidir. Egemenlerin ve faşistlerin ayrılıkçı politikalarının yanında büyük bir sorun olarak var olan bu durumu aşmak iki halkın solu için de ivedi bir görevdir. Ne AKEL’in Kıbrıslı Türkleri kendi Kıbrıslı anlayışına kabul etme “lütfunda” bulunması, ne de Kıbrıslı Türk halkı içerisinde günden güne büyüyen AKEL çizgisine paralel Kıbrıs milliyetçiliği bu sorunu aşamaz. Kıbrıslılığa giden yol, iki halkın var olmaknu kabul etmek ve politik bir hedef olarak bu iki halkı Kıbrıslılık yolunda birleştirmektir.
Bu noktada makaleyi Derviş Ali Kavazoğlu’na ait bir anekdot ile bitirmek yerinde olacak diye düşünüyorum. Mihalis Pumburis’in aktardığına göre, Derviş Ali Kavazoğlu TMT saldırılarından korunmak için AKEL tarafından Aleko adıyla saklandığı bir dönemde, mücadeleci karakteriyle Kavazoğlu’na saygı ve sevgi duyan Kıbrıslı Elen bir kadın, kendince iyi niyetle ona vaftiz olup Hristiyan olmasını teklif eder. Kavazoğlu’nun bu teklife verdiği cevap Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk solu ilişkisi açısından ibret vericidir: “Bundan ne kazanacaksınız hanımefendi? Bir Hristiyan daha mı? Ama bir toplumu yitireceksiniz. Kıbrıs Türk toplumunu. Üzgünüm. Ben Kıbrıslı Türk doğdum, öyle de kalacağım. Ben bu toplum için hayatımı feda edebilirim. Bu topluma ait olmak benim için hiç de aşağılayıcı bir şey değil. Tam tersine, bu toplum için ve bütün Kıbrıs halkı için mücadele ettiğimden ötürü gurur duyuyorum.”18 Birbirimizi kaybetmemek için inkâra değil, eşit siyasal özneler olarak birbirimizi tanıyıp kabul etmeye ihtiyacımız var.
Dipnot:
1 Kıbrıs’taki halk-halklar tartışmalarına dair Bağımsızlık Yolu Eğitim Sekreterliği’nin yayınladığı “Neden Kıbrıslı Türk Halkı Diyoruz?” başlıklı broşüründen, Nazım Beratlı’nın “Kıbrıs’ta Ulusal Sorun” ve “Kıbrıslı Türklerin Kökenleri ve Kıbrıs’ta Bektaşilik” ile Münür Rahvancıoğlu’nun Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi (HALK-DER) isimli kitaplarından faydalanabilirsiniz.
2 2. Dünya Savaşı sırasından İtalyan ve Alman işgaline karşı direnişin başını çeken bir gerilla örgütü olan Yunan Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS), Yunanistan Komünist Partisi (YKP) önderliğinde kurulmuş ve Dünya Savaşı’nın ardından 1949’a kadar sürecek olan iç savaşta Büyük Britanya destekli faşistlere karşı savaşmıştır. İtalyan ve Alman işgalcilere karşı direnişteki öncü rolüyle o dönem ülkedeki en güçlü askeri örgüt olan ELAS, SSCB’nin Yunanistan’ı, Stalin’in Yalta Konferansı’nda Churchill ve Roosevelt ile yaptığı anlaşmayla “gözden çıkarmasıyla” trajik bir yalnızlık ve yenilgiye mahkûm olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bknz: Kapetanios: Yunan İç Savaşı, Dominique Eudes, Belge Yayınları.
3 Bir Mitin İfşası; Kiryakos Cambazis, Işık Kitabevi Yayınları, syf: 54
4 Paşalar ve Papazlar; Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları, syf: 58
5 2. Dünya Savaşı’nda Kıbrıs – Doğu Akdeniz’de Siyaset ve Çatışma; Anastasia Yiangou, Khora Yayınları, syf: 46
6 Kıbrıs Komünist Partisi Tarihi – Sömürgecilik, Sınıf ve Kıbrıs Solu; Yiannos Katsurides, Khora Yayınları, syf: 266
7 2. Dünya Savaşı’nda Kıbrıs – Doğu Akdeniz’de Siyaset ve Çatışma; Anastasia Yiangou, Khora Yayınları, syf: 171- 172
8 KKP’ye bağlı olarak kurulan AKEL, 1941-45 yılları arasında bu şekilde faaliyet yürütmüş fakat daha sonra KKP’nin fesih edilmesiyle hareketin tek partisi haline gelmiştir.
9 AKEL ve Kıbrıslı Türkler (1941-1955); Sotos Ktoris, Bağımsızlık Yolu Eğitim Sekreterliği Örgüt Okulu Broşür Dizisi: 6, syf: 29
10 Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs; Niyazi Kızılyürek, İletişim Yayınları, syf: 263
11 Kıbrıs sorununda İç ve Dış Etkenler; Niyazi Kızılyürek, Işık Kitabevi Yayınları, syf: 55
12 TMT’nin Kıbrıslı Türk solcu infazları hakkında bknz: Cinayetlerle Susturulan Toplum; Fadıl Çağda, Khora Yayınları – Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi; Niyazi Kızılyürek, Heteretopia Yayınları – Düşmana İnat Bir Gün Daha Yaşamak; Kamil Tuncel, KTÖS Yayınları – Perde Aralığından; İbrahim Aziz, Peri Lihnon Afas Yayınları
13 Bir Mitin İfşası; Kiryakos Cambazis, Işık Kitabevi Yayınları, syf: 69
14 İkili Anlaşmalardan Kıbrıs’a, Solun Merceğinden Dış Politika; Serpil Çelenk Güvenç, Daktylos Yayınları, syf: 189
15 Kavazoğlu’nun Kıbrıslı Türklerle yeniden temas kurma girişimleri ve bu sürecin sonunda katledilmesiyle ilgili olarak bknz: Perde Aralığından; İbrahim Aziz, Peri Lihnon Afas Yayınları ve Derviş Ali Kavazoğlu 11 Nisan 1965 Lefkoşa – Larnaka Yolu; Hristakis Vanezos, Galeri Kültür Yayınları
16 Sessizleştiren Tarih; Dimitris Hristofias, Heterotopia Yayınları, syf: 186
17 Doğmamış Bir Devletin Tarihi, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti; Niyazi Kızılyürek, İletişim Yayınları, syf:226
18 Kıbrıslı Rum Solcular; Derleyen Mihalis Theodoru, Heteretopia Yayınları, syf: 80-81