Değerli halkımız,
Yaklaşık iki aydır hem sağlığımız hem de ekmek paramız açısından zorlu bir süreçten geçiyoruz. İnsanlığın yüzleştiği en zorlu salgınlardan birisi karşısında, neo-liberal politikalar tarafından zayıflatılmış sağlık sistemimizin yeniden güçlendirilmesini beklemek için evde kalmamız, sokağa çıkmamamız gerekiyor. İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı bu koşullarda; meydanlarda buluşamadığımız, sloganlarımızı haykıramadığımız, sokakları inletemediğimiz bir süreçte karşılamak durumunda kaldık. Ancak, tüm bu olumsuz şartlar; içinden geçtiğimiz süreci kavramamıza, üzerinde düşünmemize, yüzleştiğimiz dertlerin sebeplerini anlamamıza ve bize bu durumu reva görenlere karşı mücadele etmemize engel değil.
Bugüne kadar sosyal devleti geriletenlerin, özel sağlık kuruluşlarını teşviklere boğarken kamusal sağlık hizmetlerine bir çivi dahi çakmayanların nasıl insanlık düşmanı bir siyaset ördüklerini artık bilmeyenler de öğrenmiş, anlamayanlar da anlamış oldu. Partimiz Bağımsızlık Yolu bugüne kadar neo-liberal poltikalar karşısında, kamuya daha çok doktor, daha çok hemşire, daha fazla sağlık çalışanı istihdam edilmesini, sağlığa daha fazla bütçe ayrılmasını savundu. Sağlıktan tasarruf yapılamayacağını, halk sağlığının özel sermayedarların kar arzusuna, serbest piyasanın insafına terk edilemeyeceğini ve sağlık hizmetlerini atıl bırakan gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin yaşadığımız sıkıntıların sorumlusu olduklarını bugün bir kez daha vurguluyoruz.
Değerli halkımız, bir süreden beridir yeni vaka çıkmaması UBP-HP hükümeti tarafından bir başarı öyküsüne dönüştürülmeye çalışılıyor. Her ne kadar bu aşamada rehavete kapılmamak, salgınla mücadelede gevşememek gerekse de, süreç bu şekilde tamamlanırsa gerçekten de bir başarıdan söz etmek mümkün olacaktır. Ancak bu başarı kimin başarısıdır? Başarı, alınan önlemlerin bir sonucu olacağına göre; bu önlemlerin alınmasında tutuk davranan, ayak sürüyen ve hemen her defasında halkımızın şiddetli tepkileri sorunucunda isteksizce bu önlemleri hayata geçiren hükümet, kendi adına bir başarıdan söz edemez. Hayata geçen tüm önlemler halkımızın baskısıyla ve çoğu durumda geç kalınarak hayata geçirilmiştir. Hükümetin gerekli önlemleri almakta geç kalması da; bugün önlemleri gevşetmekte aceleci davranması da dünyadaki kendi benzerleri Boris Jonson, Donald Trump ve Tayyip Erdoğan gibi sermayedarların kar hırsına ve patronların çıkarlarına öncelik vermelerinden dolayıdır. Eğer ortada dünyadaki diğer ülkelerden farklı bir başarı öyküsü varsa, bu başarı emekçi Kıbrıslı Türk halkının başarısıdır.
Yaşadığımız sürecin sağlık boyutu olduğu kadar bir de ekonomi boyutu olduğu inkar edilemez. Bugün dünyadaki tüm ekonomiler ciddi bir kriz ile yüzleşmektedir. Ve bu krizin sebebi, yatırım yapacak sermayenin yokluğu veya girişim arzusu ile motive olan zenginlerin tükenmiş olası değil; emekçi insanların çalışmaması, salgın riski nedeniyle işçilerin, emekçilerin, sıradan insanların evlerinde kalmalarıdır. Sadece bu durum bile, bizlere dünayadaki ekonomi çarklarını döndürenin sermayedarların kar hırsı değil emekçi insanların alın teri olduğunu göstermelidir.
İçinden geçtiğimiz süreçte bizlere sürekli olarak hepimizin aynı gemide olduğumuz söylense de; zenginlerle, patronlarla değil aynı gemide olmak, aynı denizde dahi olmadığımızı her gün yaşayarak görüyoruz. Krizin faturasını ödemek yine emekçi sınıflara kaldı, ödenen bedel içinde bulunduğumuz toplumsal sınıfa göre farklılıklar gösterdi. Görüyoruz ki, sağlık hizmetlerini geliştirmek ve ekonomik sorunlara yönelik önlemler almak için gereken kaynak; işsizlerden, özel sektör emekçilerinden, küçük esnaftan ve kamu emekçilerinden yapılan kesintilerle karşılanmaya çalışılıyor. Ancak hükümet için ultra zenginlerin servetlerinden kesinti yapmak ve servet vergisi uygulamasına geçmek affedilmez bir günah gibi değerlendirilmektiedir.
İşsizlik parasının azaltılması, özel sektör çalışanının açlığa, küçük esnafın batmaya terk edilmesi ve kamu emekçilerinin maaşlarından kesinti yapılması noktasında tereddüt göstermeyen UBP-HP hükümeti, sıra ultra zenginlere, ekonominin kaymak tabakasına, toplumun sadece %5’ini oluşturan sermayedarlara geldiği zaman süt dökmüş kediye dönmektedir. Bu salgın, dünya ölçeğinde kutsal bilinen her şeyi yerinden etmiş; Kabe’ye yönelik hac ziyaretlerini, Kiliselerde yapılan ayinleri, Camilerde gerçekleşen namazları durdurmuş, hiçbir tabu bırakmamıştır. Geriye dokunulması tabu olan tek bir değer, düzen partileri için kutsal olan tek bir kesim kalmıştır: ultra zenginler, patronlar, sermayedarlar! Görüyor ve anlıyoruz ki, UBP-HP hükümetinin kutsalı da, tabusu da, dini de, imanı da patronlardır, sermayedarlardır, ultra zenginlerdir.
Yıllarca gerçek gelirleri üzerinden vergi vermeyen ultra zenginler; içinden geçtiğimiz süreçte iyilik timsali birer melek kılığında ortaya çıkıyorlar. Kaçırdıkları vergilerle büyütttükleri servetlerinin kırıntılarını, yardım kisvesi altında halka dağıtarak, bizde minnet duygusu yaratmaya, halkımızı dilenci durumuna düşürmeye çalışıyorlar. Partimize göre ise yapılması gereken açıktır: Kamu emekçilerinin maaşlarından kesinti yapıldığı gibi, işsizlik parasının azaltıldığı gibi, ultra zenginler de kamu eli ile bedel ödemeli, servet vergisi uygulaması hayata geçirilerek ihtiyacımız olan kaynağın temini yoluna gidilmelidir.
Değerli halkımız düzen içi muhalefetin iç borçlanma çağrısı da serayedarların karına kar katacak ve bedeli biz emekçilere ödetilecek bir taleptir. Alınması talep edilen borç, zenginlerden alınacak, ardından da faiziyle geri ödenerek, servetlerine eklenecektir. “Zenginlerden borç alalım” demek, halkı borçlandıralım, bu krizin faturasını gelirleri azalarak, yoksullaşarak taşımakta olan emekçilerin sırtına, bir de borç yükünü ekleyelim demektir. Böylesi bir borcun geri ödenmesi için, elde kalan kamusal değerlerimizin; Elektrik Kurumumuzun, Telefon Dairemizin, Kooperatiflerimizin satılığa çıkarılacağını öngörmek için ise kahin olmaya gerek yoktur. Bağımsızlık Yolu bu yüzden, zenginlerden borç değil vergi alalım; servet vergisi alalım çağrısını yapmaktadır!
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs yaklaşırken; bizi özel sektör emekçisi-kamu emekçisi, Türkiyeli-Kıbrıslı diye bölmek, birbirimize kırdırmak isteyenlere karşı uyanık olmalıyız. Sağlık krizinin de ekonomik sıkıntıların da özel sektör emekçisi, Kıbrıslı, kamu emekçisi veya Türkiyeli ayrımı yapmadığı; hepimize birden dokunduğu ortadadır. Dokunulmayanlar, bedel ödemeyenler, saçının tek bir teli dahi zarar görmeyenler, zenginliğine zenginlik katanlar sadece patronlar ve sermayedarlar olmuştur. Bizi birbirimize kırdırma çabaları da onların bu tatlı yaşamlarının, sorunsuz ve sıkıntısız bir şekilde devam etmesini güvence altına almak içindir.
Kıbrıslı Türk halkı, yaklaşık iki aydır birlik olduğunda neleri başarabileceğini göstermiştir. Sorunlarımızın ana kaynağı olan sermaye düzenine ve patron tahakkümüne karşı örgütlenmek, bu yüzden önemlidir. Bağımsızlık Yolu olarak sınıf mücadelesini yükseltmek için özel sektör emekçilerini, kamu emekçilerini, küçük esnafı ve işsizleri; Türkiyeli-Kıbrıslı demeden partimizde örgütlenmeye çağırıyor ve tüm halkımızı uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günümüz 1 Mayıs’ta saat 16:00’da her evi 1 Mayıs alanına çevirmeye davet ediyoruz.
Hepimiz taleplerimizi elimizde tutacağımız bir kağıda yazarak veya çekeceğimiz videoyu #HerEv1MayısAlanı hastagı altında paylaşarak eyleme katılalım. Sosyal medyayı 1 Mayıs meydanına döndürelim, taleplerimizi duyuralım.
Tüm olumsuz koşullara rağmen umut nerede diye sorma emekçi arkadaş! Umut, sende, umut bende, umut bizde, umut birliğimizde, umut mücadelemizde, umut dayanışmamızda, umut 1 Mayıs’ta!
Yaşasın 1 Mayıs!
Servet Vergisi İstiyoruz
Krizin Bedelini Ultra Zenginler Ödesin
Bağımsızlık Yolu (a)
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri