(19.07.2015)
“19 Temmuz 2011 tarihinde, dönemin Türkiye başbakanı Erdoğan, Kıbrıs’ın kuzeyine ziyaret adı altında bir çıkartma gerçekleştirmişti. Bu ziyaret bir çıkartma gibiydi çünkü gün boyunca Kıbrıs’ın kuzeyindeki bütün yasal ve demokratik haklar askıya alınmış ve tabiri caizse, polis devletinin niteliklerinin tamamıyla ortaya serildiği bir gün yaşanmıştı. Gündüz saatlerinde polis KTAMS binasına bir baskın düzenleyerek, binada asılı olan “Bir verip beş alıyorsun utanmadan besleme diyorsun” pankartına, sendika binasındakileri darp ederek ve iki kişiyi gözaltına alarak el koymuştu. Daha sonra ise, akşam saatlerinde Hamitköy çemberinde Erdoğan’ı protesto etmek isteyen gruba karşı olağanüstü hal uygulamalarını andıran bir abluka yaşanmış, eylemcilerin her türden hareketi polisler tarafından engellenmiş ve polisler, eli silahlı askerler ve askeri helikopter tarafından takviye edilmişti. Erdoğan’a şükran ve destek için Hamitköy çemberinde toplanan gruba karşı hiçbir engellemenin yapılmayıp da protesto etmek isteyenlere göz açtırılmamasının yanı sıra, Erdoğan destekçileri grubundan bir sivil faşistin eylemcilerin yanına kadar gelip eylemcilere fiziksel şiddet uygulama girişimine polis sadece seyirci kalmıştı. Akşamın ilerleyen saatlerinde bu kez daha geniş bir eylemci grup, demokratik eylem hakkını kullanmak için KTHY önünde barışıl bir şekilde toplanmış ve yol kenarında durarak pankartlarını açıp sloganlarını atmışlardı. Bu durum sürerken, ortada hiçbir sebep olmamasına rağmen polis, Kıbrıs’ın tarihinde pek de eşi benzeri görülmemiş bir nefret ve öfkeyle eylemcilere yumruk-tekme şiddet uygulamış, pek çok eylemciyi darp etmiş, bazı eylemcileri ciddi şekilde yaralamış ve eylemcilerin pankartına hiçbir gerekçe olmadan el koyarak 6 eylemciyi de karga tulumba gözaltına almıştı. Bu durum bize iki şeyi gösteriyordu: Birincisi, Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçekle şen barışçıl bir eylemin, bizzat o eylemin güvenlik içerisinde yapılmasını sağlamakla görevli olan polisler tarafından terörize edilebilecek
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Gerek toplumsal açıdan, gerek hukuki açıdan, o gün yaşananlar, yapanların yanına kâr kalmadı ve bunda da en büyük pay, eylemcilerin kararlı duruşu, eylem sonraki süreçlerde ve davalarda geri adım atmamaları ve haklılıklarını sonuna kadar savunmalarıydı. Öncelikle, polisin gösterdiği şiddet, toplum vicdanında anında mahkum edilmiş ve protestonun içeriğine katılanlar da katılmayanlar da, protesto hakkının bastırılmasının, hele de bu şekilde bastırılmasının kabul edilemez olduğunu dile getirmişlerdir. Meselenin mahkeme boyutu ise, polisin eylemcilere dönük açtığı davalar biçiminde başlamasına karşın, süreç içerisinde bu davaların siyasi nitelikli olduğu ortaya çıkmış ve en nihayetinde hem eylemciler beraat etmiş, hem de karar mercii, eylem esnasında “yolun belli anlarda trafiğe kapatıldığının fotoğraflardan anlaşıldığını ancak bunun kamu düzenini bozmak olarak değerlendirilemeyeceğini” dile getirerek polisin eylemcilere yapmış olduğu müdahalenin yersiz olduğunu vurgulamış, ayrıca bir diğer savunma olan polisin “karşıt grubun varlığı nedeniyle güvenliği sağlamak” ifadesi karşısında ise karar mercii “varlığı bile kanıtlanamamış olan bir grup için anayasal eylem hakkını kullanan bir gruba müdahale edilmesine dair verilen ifadelere itibar edilemeyeceğini söylemiştir. Üstüne üstlük eylemcilerin polise karşı açtığı davada yargıç, hem polis teşkilatını hem de darp eden polis memurunu suçlu bularak 3000 Türk Lirası ve yasal faiz olmak üzere maddi tazminata hükmetti. Yani polis teşkilatı, kendi açtığı davadan haksız, süreçten ise mahkum çıkmıştır. Polis aleyhine açılan yeni davalar ile de süreç sürmektedir.
Kısacası, polis şiddeti ve polis teşkilatının anti-demokratik tavrı, hem toplum vicdanı tarafından hem de yargı tarafından mahkum edilmiş, polis şiddetinin bu coğrafyada meşru bir zemin bulamayacağı yeniden kanıtlanmıştır.
Mücadelemizin haklılığının ortaya çıkması bizler için elbette bir son değil, bir başlangıçtır. Kıbrıs’ta demokrasi ve hak mücadelesi, daha geniş alanlara yayılarak devam etmiştir ve edecektir. En önemlisi de, bu coğrafyada, egemenlerin ellerini kollarını sallayarak polisler aracılığıyla bu halka saldıramayacağı, halkın haklarını keyfince gasp edemeyeceği, eğer denerse de bunun bedelinin kendilerine her açıdan ödetileceği ortaya konulmuştur.
KTÖS, Birleşik Kıbrıs Partisi, Toplumcu Demokrasi Partisi, Devrimci Komünist Birlik, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Baraka Kültür Merkezi, Bağımsızlık Yolu, Kıbrıs Sosyalist Partisi”