(07.07.2015)
“Değerli basın emekçileri,
1974 yılı, NATO’nun güdümündeki Yunanistan ve TC’nin Kıbrıs’a doğrudan yaptıkları ve Kıbrıs’ın son 41 yılının gidişatını kökten değiştirecek olan müdahalelerin yılıdır. 15 Temmuz faşist Yunan Cuntası’nın darbesi ile tetiklenen süreç 20 Temmuz’da TC’nin askeri müdahalesini getirmiş ve 14 Ağustos’ta TC, başlattığı ikinci askeri harekat ile aynı zamanda adada 41 yıldır sürecek olan askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel hakimiyetini başlatmış oluyordu. İşte bizler, her yıl olduğu gibi bu yıl da, 14 Ağustos’un yıldönümünde, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı Kıbrıs’ın kuzey coğrafyasının TC tarafından hakimiyet altına alınmasını protesto etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bu bağlamda, 14 Ağustos Cuma saat 19:00’da Lefkoşa Göçmenköy Parkı’nda gerçekleştireceğimiz eylemlilikle işgallere, bölünmüşlüğe karşı barış, yeniden birleşme ve “Bağımsız Kıbrıs” talebimizi bir kez daha haykırıyoruz.
Kıbrıs adası, tarih boyunca, emperyalist güçler tarafından yer değil stratejik hedeflerine ulaşmak için yol olarak algılanmıştır hep. Tarih boyunca Kıbrıs, hep başka coğrafyalara olan bağlantısı ve stratejik konumu nedeniyle, yol olagelmiştir her dönemin egemen güçleri için. Geçerken uğranılan, geçmek için elde tutmaya çalışılan, geçiş kolaylaşsın diye işgal edilen bu küçük ada, sadece üzerinde yaşayan insanlar için yer olarak algılanma lüksüne sahip olmuştur. Ancak, egemenlerin düşünceleri en ve tek doğru düşünce olarak kabul edildiği ölçüde de, Kıbrıs’ın üzerinde yaşayan insanların büyük bir bölümü bile, kendileri için yer olan bu coğrafyayı yol olarak algılamışlar ve özgürlüğü her zaman, kendilerine en güzel yol muamelesi yapacaklarına inandıkları egemenlerin peşinden koşarak geçirmişlerdir.
Kıbrıs’ın yakın tarihinde kurulan tek bağımsız cumhuriyetin bağımsızlığının, o dönemin egemenlerinin çıkarlarına ve “güvencesine” bağımlı oluşu da, ironik olduğu kadar, bu hikayenin gerçekliğine çok güzel bir örnektir. Kıbrıs’ın yerli egemenlerinin attığı bütün bağımsızlık nutuklarının hemen ardından gelen şükran beyanlarının trajikliği, Kıbrıslıların dramını anlatır.
Bu hikayenin en son örneği ise, 1974’te, Soğuk Savaş’ın stratejik hamleleri çerçevesinde, sürmekte olan Kıbrıs’ta emperyalist hakimiyetin yeniden şekillenmesi için faşist Yunan Cuntası’nın darbesi ve TC’nin işgali sonucu Kıbrıs’ın ikiye bölünmesi ve adanın NATO kontrolü altına sokulmasıdır. Buna ek olarak, Kıbrıs’ın güneyindeki İngiliz üsleri ve ABD dinleme tesisleri ise, Ortadoğu’nun hakimiyet altına alınma çabasının bir parçası olmuştur. Daha sonraki zamanlarda ise, Kıbrıs’ın güneyinde AB’nin yasal, idari, politik ve ekonomik hegemonyası kurulmuştur. Tüm bunlar, Kıbrıs adasının, ister kuzey olsun ister güneyinin, NATO ve AB gibi egemenlerin çıkarlarını Kıbrıslıların aleyhine kollayan güçlerin bir “yol”u halinde olduğunun göstergesidir. Öte yandan, Kıbrıs’ın üzerinde yaşayan insanlar için Kıbrıs hala bir “yer”dir ancak bunun gerçek anlamda hayat bulabilmesi, yani Kıbrıs’ı geri kazanabilmek ise, Kıbrıs’ta yeniden birleşmeye, bağımsızlığa, barışa ve emekçilerin lehine bir dünya görüşüne sarılarak mümkün olabilir.
Aslında hepimiz, içinde bulunduğumuz bu karanlık tünelin sonundaki ışığı biliyor, tünelin dışında sahici bir aydınlığa ulaşabileceğimizi görüyoruz. Ancak egemenlerin tünelin içine takdırdıkları solgun ışıklar gözlerimizi alıyor, tünelin dışındaki gerçek aydınlığı bazen unutabiliyoruz. Bunu ısrarla hatırlatanlarımızınsa, tünelin çöküp hepimizin altında kalmasına sebep olacak maceraperestler olduğu söyleniyor bize. Kendi azınlık çıkarları uğruna hepimizin olan memleketimizin kaynakları üstüne çullanmaktan bir an bile çekinmeyen gerçek macerparestler verdikleri tüm zararları “saygınlık” adı altında gizleyebiliyorken, eşitlik, özgürlük, barış, birleşik Kıbrıs, bağımsızlık ve refah gibi gerçek talepler ise “maceraperestlik” olarak algılanmakta. Servetlerine servet katsın diye sahilleri ve denizleri yağmalayanlar, kalitesiz ve bilimsellikten yoksun üniversitelerinde yeni diplomalı işsizler yetiştirenler, koskoca bir dağı taş ocaklarıyla günbegün yok edenler, ucuza getirip pahalıya satanlar, ucuza çalıştırıp kârını arttıranlar, inşaatlardaki iş cinayetlerinin ortağı olanlar, gece kulüplerinde kadını köleleştirenler, güzelim doğamızı sömürenler, gencecik insanları kamuda ve özel sektörde sefalete mahkum ve ailelerine muhtaç edenler… Yani servetlerlerini arttırabilsinler diye sefaletimizi arttıranlar… Tüm bunlar, ortayolcuların söylediği gibi sistemin vahşi yüzü değil, sistemin bizzat kendisi ve bu hikaye, sadece adamızın kuzeyinde değil, işsizliğin ve yoksulluğun gün geçtikçe arttığı Kıbrıs’ın güneyinde de gerçekleşmektedir.
Bu açıdan, Kıbrıs’ın bağımsızlığı, asla Kıbrıs’ın yeniden birleşmesinden, barıştan ve emekçilerin gerçek iktidarından ayrı düşünülemez. Kıbrıs’ın bağımsızlığı, Kıbrıs’ı “yol” olarak görenlere inat buranın bir “yer” olduğunu ve sadece burada yaşayanlara ait olduğunu dile getirmek kadar, Kıbrıs’ın kendi içinde, sermayenin emeğe karşı gerek kuzeyde gerek güneyde gerçekleştirdiği saldıralara karşı çıkmayı ve bunu, birleşik bir Kıbrıs düşü çerçevesinde yapmayı gerektirir.
İşte bizler, her yıl olduğu gibi, bu 14 Ağustos’ta da, tüm bu anlatılanlar çerçevesinde duyduğumuz öfkeyi, güzel bir geleceğe duyduğumuz inanç ve bugünü yeninden kurarken taşıdığımız neşeyle harmanlayıp, yine sokakta olup, emperyalizme, işgale ve bölünmüşlüğe karşı Bağımsız Kıbrıs diye haykıracağız! Tünelin içini en iyi ben aydınlatırım diyenlere inat, tünelin dışındaki gerçek aydınlık için, Bağımsız Kıbrıs talebine sonuna kadar sahip çıkacağız!”
Baraka Kültür Merkezi, Bağımsızlık Yolu, BKP Gençlik Meclisi, TDP Gençlik Örgütü