Son haftalarda yoğunlaşarak artan bir biçimde Kıbrıs sorunu müzakereleri ve bunun toplumda uyandırdığı yankıları gündemde önemli bir yer kaplıyor. Kıbrıslı Türk halkının varoluş mücadelesinin önemli bileşenlerinden biri olan Kıbrıs sorununun gündemde ciddi bir şekilde yer tutması önemli ve anlaşılır olmakla birlikte, bu meselenin gündeme geliş ve gündemi şekillendiriş biçimi, birtakım ciddi sorunları barındırmaktadır.
Özellikle son zamanlarda, toplum içinde sınırları katı bir şekilde çizilmiş bir kamplaşma ve toplumsal cepheleşme ortamı oluşmaya başlamıştır. Bir tarafta, milliyetçi ve hamasetçi bir anlayışla yüklü bir şekilde, halkın çıkarlarından değil kendi kısmi çıkarlarından hareket edip “çözüme biz de karşı değiliz ama…” söylemi adı altında, gerçekte tamamen uzlaşmaz ve ayrılıkçılığı kışkırtıcı bir tavır takınanlar; öte yanda ise, halkın farklı kesimlerinin kaygılarını şeffaf ve katılımcı bir şekilde sürece dahil etmek yerine, barış mücadelesini “liderimizin arkasında saf tutmak” yaklaşımına indirgeyip tekçi, sorgulanamaz ve “bekleyip görelim, bu esnada da desteğimizi esirgemeyelim” anlayışında olanlar…
Bu kamplaşmaya ek olarak, müzakere sürecinin yürütülüş biçimi de, son zamanlarda belli başlı sorunlar teşkil etmektedir. Görüşmelerin ilk safhalarında, “masada görüşülen her konu her defasında topluma ayrıntısıyla açıklanırsa, görüşmelerin ilerlemesi mümkün olmaz, bu durum müzakerelere zarar verir” tavrı adına şeffaflık ilkesi geri plana itilirken, tuhaf bir biçimde, toplumun kamplaşmaya en müsait olduğu garantörlük gibi konularda, Cumhurbaşkanlığı düzeyinde net açıklamalar yapılmakta ve konu tartışmaya açılmaktadır. Elbette konunun şeffaf bir biçimde açıklanmasında, Cumhurbaşkanlığı’nın bu konuda toplumu bilgilendirmesinde ve bu konuların tartışılmasında hiçbir sakınca yoktur, aksine fayda da vardır. Ancak görüşmenin ilk -ve görece daha az tartışmalı- safhalarında yürütülen gizlilik ilkesinin bir kenara bırakılıp, en tartışmalı konuların kamplaşma yaratacak biçimde toplumun kucağına bomba gibi bırakılması, barışa ve birleşmeye hizmet etmemektedir. Dahası, bu yapay kamplaşmanın sonucunda, çözüm ve barışı samimiyetle savunan kesimler yanlış bir biçimde “liderin arkasında saf tutmaya, onu desteklemeye ve ona sorgusuz sualsiz kredi vermeye” çağrılmakta, çözüm ve barış yanlısı olmak, eleştirel bir tavır takınmamaya ve “lideri desteklemeye” indirgenmekte, bu da hem toplumun kaygılarını arttırmakta, hem de çözüme ve barışa samimiyetle sarılan kesimlerin üzerinde tehlikeli bir “baskı unsuru” oluşturmaktadır.
Elbette müzakere sürecindeki olumlu gelişmeler desteklenmeli, ve Kıbrıslı Türk toplumu adına müzakerecilik yapan Mustafa Akıncı’nın olumlu adımlar atması konusunda cesaretlendirilmelidir. Elbette toplum içinde kendi çıkarlarını milliyetçilik sosuna karıştırıp servis ederek uzlaşmaz tavır sergileyenler ve kendi menfaatlerini “vatan savunması” gibi bize yutturmaya çalışan kesimlere karşı tavır alınmalıdır. Ancak bunun yolu, bir “lider” kültü yaratıp, o kültün arkasında sorgusuz sualsiz saf tutulmasını bekleyip, o külte karşı eleştirellikten uzak bir “güvenelim, bekleyelim görelim” tavrına girilmesi ve bunu yapmayı reddeden herkesin “çözüm sürecini zedelemekle” suçlanması kabul edilebilir değildir. Bizler, Kıbrıslı Türk toplumu adına müzakere masasının başında bulunan kişinin en nihayetinde birleşik bir Kıbrıs ve halkların çıkarı için görev yürüten seçilmiş bir kişi olduğunu önemle hatırlatmak isteriz. Çözüm ve barış isteğimizden bir an bile vazgeçmeyecek olduğumuzu belirtmekle birlikte, seçilen her kişi gibi, müzakereyi yürüten temsilcinin de sorgulanmaya, eleştirilmeye ve tartışılmaya açık olduğunu ve temsilcinin bazı destekçilerinin, konuyu “liderin arkasında saf tutmak, lidere güvenmek” gibi tekçi ve hesap sorulamaz bir pozisyona taşımalarının da barışa ve çözüme hizmet etmediğini düşünüyoruz.
Bizler, barışa olan inancımızı ve talebimizi bir an olsun kaybetmeksizin, iki halkın onurunu ve çıkarını da en ufak bir şekilde dahi zedelemeyecek bir çözümü talep etmeyi sürdürecek ve bu yönde atılan olumlu adımları da sonuna kadar destekleyip, bu olumlu adımlara köstek olmaya çalışanlarla da mücadelemizi sürdüreceğiz. Ancak yukarda da belirttiğimiz gibi, barış ve çözüm mücadelesini “liderin arkasında saf tutmaya” ve “lidere her halükarda destek ve güven beyan etmeye” indirgemeye çalışanların da barış ve çözüm kültürüne hizmet etmediklerini de söylemekten geri durmayacağız.
Bağımsızlık Yolu,
Baraka Kültür Merkezi